logo

izigame.me

It may take some time when the page for viewing is loaded for the first time...

izigame.me

cover-The Forgotten City

Monday, February 21, 2022 9:29:44 PM

The Forgotten City Review (CheKratosdrake)

Oyunu tüm sonlarını görerek bitirdim. Oyun dikkatimi hikayesine yapılan övgüler sonucunda çekmişti. Hakkında biraz araştırma yapınca oyunun aslında bir Skyrim modu olarak ortaya çıktığını ve yapımcısının bu mod'daki vizyonunu, fikrini daha da geniş bir perspektifle bambaşka bir kuruluma taşıyarak bu oyunu geliştirdiğini öğrendim. Öncelikle şunu söyleyeyim; yapılan övgüleri fazlasıyla hak ediyor oyun. Hikayesi harika bir şekilde kurgulanmış, katman katman açılan bir yapısı var ve bu şekilde gizemini son ana kadar çok iyi bir şekilde koruyor. Yapımcı hikayeyi uzman bir hikaye anlatıcısı edasıyla sunmuş oynayanlara ve bu şekilde çizgisel ilerlemeyen bir hikayede çok iyi bir tempo sunmayı başarmış.
Oyunun çok kaliteli bir hikayesi var, ilmek ilmek işlenmiş deyimi bu oyunun hikayesi için doğru bir ifade bence. Hikayeyi bu ilmekleri bir bir çözerek yavaş yavaş ortaya çıkarıyorsunuz ve buna rağmen oyun son ana kadar gizemini korumayı, sizin merakınızı esir altına almayı başarılı bir şekilde devam ettiriyor. Hikaye çizgisel bir biçimde anlatılmıyor, birçok farklı görev üzerinden elde ettiğiniz ipuçları sonucu sizin araştırmanız ile yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Yapımcı burada görevleri birbirine çok iyi bir biçimde bağlamış, bir görev aslında sadece kendisinden ibaret değil. Hikayeyi büyük bir makine olarak düşünürseniz oyunun görevleri makinenin dişlileri gibi oluyor. Her dişli bir diğerine bağlı; bazısı birkaçına bazısı sadece bir diğerine ama bir şekilde bağlı ve ahenk içinde döndüklerinde makinenin iyi bir biçimde çalışmasını sağlıyorlar. Bu görevleri çoğu zaman oyundaki karakterler aracılığı ile alıyorsunuz, bu görevlerin çoğu başka karakterlerin de dahil olmasını sağlıyor ve bu şekilde varsa onların da görevini alıyor veya en azından onları tanıyıp haklarında bir fikir sahibi oluyorsunuz. Görevleri yaptıkça, karakterleri tanıdıkça hikayeyi daha net bir biçimde kavramaya başlıyor ve işleyişe daha hakim oluyorsunuz. Bu görevlerin oyuncuya sunulma sırası da akıllıca dizayn edilmiş. Katman katman açıldığını söylemiştim hikayenin, oyun tesadüf eseri sizin bir sonraki katmana geçmenizi sağlayacak şeyleri önünüze hiçbir zaman çıkarmıyor. Çizgisel olmayan sunum şeklini kademe kademe size açıyor, her şeyi öğrenmeniz gereken zamanda öğreniyor ve bir sonraki aşamaya öyle geçiyorsunuz. Adım adım ilerleyerek oyunun harika bir şekilde sakladığını gizemini ortaya çıkarıyorsunuz. Bu da oyunu özel kılan şey oluyor. Aslında hikayenin bu kadar iyi olmasının sebebi harikulade anlatım biçimi, oyuncuya bunu sunma biçimi. Hikayenin sunuluş biçimi kendisinden daha önemlidir bence çünkü bir hikayeyi iyi yapan anlatanın aklındaki şekli ile değil, anlattığı kişinin aklına ne kadar aksettirdiği ile alakalıdır. The Forgotten City bunu muazzam bir biçimde yapıyor, iyi olan hikayesini olağanüstü bir biçimde size aktarmayı başarıyor.
Hikaye bahsettiğim gibi çizgisel anlatılmıyor. İşin aslı bu şekilde anlatılan hikayeler daha çok ilgimi çekiyor çünkü bu sefer bana anlatılan ile yetinmiyor hikayeyi bir ölçüde de kendim açığa çıkarıyorum. The Forgotten City gibi bunu iyi yapan oyunlar ile karşılaştığımda bu hikayelerden, sinematik sunumlu olanlardan aldığımdan çok daha fazla haz alıyorum. Bu tipte anlatımı benimsemiş birçok oyun var, yakın geçmişte çıkan Outer Wilds en güzel örneklerinden, yine bu anlatım tarzını benimseyen Bioshock -ki bu oyun kadar kaliteli hikaye sunan çok az oyun var-, Prey gibi klasikler bulunuyor. Her ne kadar bu anlatım tarzından keyif alsam da bu anlatım tarzının benimsendiği oyunlarda yer yer tıkanmalar yaşayabiliyorsunuz, bu da oyunun temposunu etkileyebiliyor. Örnek olarak verdiğim Outer Wilds'da bu tıkanmaları yer yer kesinlikle yaşıyorsunuz çünkü hikayenin anlatım biçimi ne kadar keyifli olsa da oyun size içeriğini bir anda sunuyor, yönlendirme konusunda hiçbir şekilde yardım etmiyor. Bu durum beni rahatsız etmemişti ama yer yer çoğu kişi gibi ben de tıkanmıştım. The Forgotten City'de böyle bir durum söz konusu değil. Yapımcı başarması zor olan bir şeyi yapmış, çizgisel olmayan anlatım biçimine kendini hissettirmeyen bir yönlendirme eklemiş. Bu yönlendirme sayesinde hiçbir zaman hikayede bir sonraki aşamaya olması gerekenden erken geçip bir anda boğulmuyorsunuz veya bir şeyleri geç öğrenip tıkanıp kalmıyorsunuz. Görevlerle ve sundukları ipuçlarıyla katettiğiniz ilerleme sizin marifetiniz ama o ilerleyişin basamaklarını bu kadar dahiyane bir biçimde yerleştiren yapımcının ta kendisi ve bu sayede hikaye, temponun ölmeye bu kadar müsait olduğu bir anlatım tarzında son ana kadar temposunu korumayı başarıyor. Yapımcının aldığı en iyi hikaye ödülleri boşa değil yani, hak etmesini sağlayan muazzam bir anlatım tarzı var.
Hikayenin neden iyi olduğundan ve neleri iyi yaptığından az çok bahsettim, biraz da kendisinden bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu yapımcının belirlediği limitlerin dışına çıkmadan, bir fikir vermesi için kısaca başlangıcından bahsedeceğim. Oyuna bir nehir kıyısında başlıyorsunuz. Nehrin kıyısına Karen isimli -sanki bir çağrışım yapıyor? Ama neyin çağrışımını yaptığını öğrenene kadar hayal dahi edemezsiniz.- bir kadını tarafından çıkarılıyorsunuz. Nehrin akıntısında bilinciniz kapalı bir şekilde sürüklenirken Karen sizi çekip çıkarıyor ve kurtarıyor. Bilinciniz kapalıyken Karen ceplerinizi karıştırıp hakkınızda bilgi edinmek istiyor ama hiçbir sonuca ulaşamıyor, sadece iki tane bozuk para buluyor. Bilincinizi kazanıp oyuna tam anlamıyla başladığınızda Karen ile konuşmaya başlıyorsunuz. Size durumu anlatıyor ve benzer şekilde birkaç saat önce kurtardığı Al ismindeki başka bir adamdan bahsediyor. Bu adamın yaklaşık bir saat önce ormandaki harabelere gittiğini söylüyor ve onu kontrol etmenizi istiyor. Sizde sizi kurtaran kişiyi kırmayıp harabeye gidiyorsunuz. Harabelerde Al'in çantasının önünde durduğu bir kapı ve üstünde asılı olan bir not buluyorsunuz. Notta Al, unutulmuş olan bir Roma şehrini bulduğunu ve merakına yenip düşüp keşfetmeye gittiğini söylüyor. Siz de merakınıza yenik düşüyor ve kapıdan içeri girip bu şehri keşfetmek istiyorsunuz. Kapıdan içeri girdiğinizde ayağınızın altındaki platform ters dönüyor ve yüzlerce metre aşağıda bulunan bir hamamda buluyorsunuz kendinizi. Hamamı araştırmaya başladığınızda etrafın altın heykellerle dolu olduğunu görüyorsunuz. Bu heykeller sürekli size fısıldıyor ve arkanızı döndüğünüzde kafalarını size çeviriyor. Olaya anlam veremiyor, hamamın çıkışına yöneliyorsunuz. Burada bir levha ile karşılaşıyorsunuz, levhada "Birinin günahı yüzünden herkes acı çekecek." yazıyor. Buna da anlam veremiyor ve hamamda çıkıyorsunuz. Sizi unutulmuş şehrin harabeleri karşılıyor, bu harabeler altın heykellerle dolu. Harabelerde ilerliyorsunuz, bir süre sonra kendini asmış bir ihtiyarın altın heykeliyle karşılaşıyorsunuz. İhtiyarın ayağının dibindeki taş tableti okuduğunuzda bunun Al olduğunu anlıyorsunuz. Al taş tablette sizi buraya yönlendirdiği için özür diliyor ve artık sadece iki yolun olduğunu söylüyor. Ya ölüm ya da geçmişe giden kapı. Ölmek gibi bir fikir aklınızda yok, Al'in bahsettiği kapıya gidiyorsunuz. Kapıdan içeri girdiğinizde bir portalla karşılaşıyorsunuz, bu portala girdiğinizde kendinizi 2000 yıl öncesinde, harabelerinde gezdiğiniz unutulmuş Roma şehrinde buluyorsunuz ve hikaye tam olarak bundan sonra başlıyor.
Özetlemek gerekirse yazının neredeyse tamamının oyunun hikayesi üzerine olduğunu fark etmişsinizdir. Oynanış mekaniği, bölüm dizaynı, yapay zeka gibi diğer oyunlarda değerlendirmek için söz konusu olan şeylerden bir kere dahi bahsetmedim. Bunun sebebi bu oyunu muazzam yapan şeyin hikayesi olmasıdır, bu kadar özel kılan şeyin hikayesini olağanüstü bir şekilde anlatıyor olmasıdır, bunun bir oyundan ziyade tecrübe edilmesi gereken gizem dolu bir hikaye olmasıdır. Oyunlarda hikayeye önem veren, hikayedeki temponun sürekli korunmasını isteyen ve basmakalıp anlatım şekillerinden usanan biriyseniz, verdiğiniz zamanın karşılığında harika bir son görmek istiyorsanız bir dakika dahi düşünmeyin, alın oynayın.