The Alters Review (Yuugen)
Her Zaman Bir Yol Vardır
“Belki de karanlığın ötesine bakmanın ve ışığı görmenin zamanı gelmiştir.”
Spoiler vermeyim diye çatladım. Ama işleyiş ve verilmek istenen mesajlar Gece Yarısı Kütüphanesi kitabındakilere çok benziyor.
Oyunu oynarken kendimi Kırmızı Oda bölümlerinden birinde gibi hissettim. “Meğer ne çok sen sığdırmışsın içine...”
Oyunun mottosu “Farklı kararlar, farklı senler”. Oyun sonu kendinize ait tüm sizlere sarılmak istiyorsunuz. Etik seçimler yapmak için ardımızı yırtarken bazen “mecburiyetin” bunun önüne nasıl geçtiğini görüyoruz. Ayrıca seçimlerimizin sonuçları, yaptığımız hataların sonucunda şu an ki halimize ulaşmamız gibi çok tatlı, çok güzel konulara değiniyor. O hataları yapmasaydık ve onlardan ders almasaydık, şu an ki bizler olamayacaktık. “Belki de değişmesi gereken sen değilsindir. Bakış açındır.”
Oyunun Konusu
Oyunda Jan Dolski adında sıradan bir adamız. İşler kötü gitmiş, uzayda mahsur kalmışız. Ölmemek için ne yapıyoruz? “Alters” denen alternatif versiyonlarımızı yaratıyoruz. “Alter ego” da diyebiliriz. Her biri, hayatımızda başka bir karar alsaydık ne olurdu sorusunun cevabı. Biri botanikçi Jan, biri bilim insanı Jan, biri de "keşke o zaman osurmasaydım" Jan. Yani oyun boyunca aslında kendi pişmanlıklarımızla, kendi “ne olabilirdim”lerimizle yüzleşiyoruz. Her hatası ve her seçimiyle farklı Janlar ile karşılaşıyoruz. O “Ara Bölüm” o kadar iyiydi ki... Saveime dönüp tekrar oynamamak için zor duruyorum.
Hatalarımızdan ders çıkarabiliyorsak, onlar artık hata olmaktan çıkar mı?
Jan uzayda hayatta kalmaya çalışıyor. Ama asıl savaşı kendisiyle.Babası gibi olmama kaygısı, annesi, sevdiği kadın uğruna savaşmaması... Her Alter kendi içinde bir "eğer" barındırıyor. Ve her “eğer”, yeni bir pişmanlık. Birbirleriyle olan diyaloglarında bile ihtimallerin düşünüldüğünü görmek beni pıçakladı. Kitapları beni dehşetin kıyısına fırlatan, pala bıyığına tükürdüğüm Nietzsche dedem "kendi ol" derken nasıl zor bir şey söylediğini fark etti mi acaba? Dede ben hangi “ben”i seveyim? Hadi bizi geç bu Jan ne yapsın? Paralel evrenler varsa hazreti kim varsa el atsın, tüm versiyonlarımı görmek ve kafes dövüşüne çıkmak istiyorum.
Seçim Krizleri
Her "Alter" aslında geçmişin alternatif bir yolu. Bu da bizi felsefenin en sevdiği ve beynimi şu sıralar alt üst eden sorusuna götürüyor(ulan sen de habire son zamanlarda bir şey düşünüyorsun demeyin, ben bu kafayı durduramıyorum): Özgür irade ve seçimlerin ağırlığı. Kierkegaard emmi olsaydı bıyık altı bir gülümsemeyle “İnsanın laneti, seçim yapabilmesidir.” derdi. Çok haklısın abi. Özellikle bu oyunda seçimlerim nedeniyle baştan save yükleme konusunda master yaptım. Mahvoldum.
Jan, her Alter’ı yarattıkça kendi içsel mahkemesinde yargılanıyor. Çünkü her biri diyor ki “ben olsaydım öyle yapmazdım, gül gibi kız arkadaşın da gitmezdi, bu b0k çukuruna düşmezdik.” O anlarda oyun “yaşadığım hayat gerçekten benim tercihlerimle mi şekillendi, yoksa rastgele mi buradayım?” diye düşündürtüyor. Düşünüyorsun. Hem de çok.
YALVARIRIM FREUD ABİYİ ÇAĞIRIN, BİLİNÇALTIMDA SIZINTI VAR
The Alters'da kaynak topluyor, inşa ediyor, işler yapıyoruz. Ama asıl mesele bu değil. Asıl mesele, her yeni Alter’ın ruhsal travması. Bu adamlar sadece iş gücü değil, seni seninle yüzleştiriyorlar. Birini yaratıyorsun, ilk repliği “keşke o gün Tiktokta mal mal dans edip şimdi zengin olsaydım”... Bu oyun psikolojik terapi + Sims + Kafka romanı. Yarın büyük ihtimal Gregor Samsa olarak uyanacağım.
Kendinle Konuşmak Çok Güzel
Zaten b0k var gibi sürekli kendi kendime bir şeyler düşünsem de, karşımda başka bir ben varken bir şeyleri sesli düşünüp tartışmayı ne çok istediğimi fark ettim. Görseller başarılı, atmosfer sıkışık ve yalnızlığı çok iyi veriyor. Bazen oyun biraz tekrara düşüyor ama bu bile tema açısından manidar. Çünkü hayat gibi her gün aynı döngü, aynı suçluluk duygusu, aynı “keşke”. Keşke Jan gibi kendi versiyonlarımla konuşma şansım olsaydı. Birini eşek sudan gelse bile dövmeye devam ederdim, o kesin. Ancak farklı seçim ve farklı kararlarla olabileceğim “ben”leri çok merak ettim. Asi seçimler yapan ben, umursamaz olan ben, zehir gibi olan ben, hiçbir darbeye dayanamayan ben (döveceğim versiyon bu olurdu galiba) ya da şu an kulağında Zeki Müren ile ISS’te istasyonu tamir eden ben... Ah hayat...
Sonuç
Varoluşsal kriz yaşamak isteyenlere birebir.
Bu oyun bir iç dökme seansı, bir terapi odası, bir geçmiş muhasebesi. Seni alıyor, 15 yaşındaki “ulan keşke Bitcoin alsaydım” versiyonunla karşı karşıya getiriyor. Seni sensizlikten boğuyor. Ama bu boğulma rahatsız edici değil. Aksine insanın kendine attığı en dürüst tokat gibi.
“Kendinle yüzleşmek cesaret ister.” Bu oyun ise cesareti bize tekme tokat içiriyor.
Oyun sonu bir adet debuff alıyorsunuz: “Ben hangi versiyonum?” diye 2 saat tavan izleme seansı. Ya da “şurada şu gün şunu yapsaydım nasıl olurdu” düşüncesi. Yarım saate geçiyor ama. Kahve seven faniler olarak bi üçü bir arada fındıklı patlatıverin.