logo

izigame.me

It may take some time when the page for viewing is loaded for the first time...

izigame.me

cover-Subnautica: Below Zero

Friday, March 10, 2023 12:41:56 PM

Subnautica: Below Zero Review (Daenis)

Yine elimin ne ''tavsiye ediliyor'' ne ''tavsiye edilmiyor''a gittiği bir başka oyun. Subnautica'da yakaladıkları müthiş tattan ötürü kredileri büyük, o yüzden çok acımasız olmak istemiyorum duygusal davranıp. Ama ilkini iyi yapan şeyleri ya anlamamışlar, ya da sadece değiştirmek istemişler bilmiyorum. Sebebini bilemeyiz ama sonuç (ilki kadar) iyi olmamış.
Hatta şöyle bir benzetme de yapabilirim; ben her Alien filmini neredeyse çok severim ama ilkinin yeri farklıdır. İlkinin anlattıkları, kurduğu atmosfer ve amacı da farklıdır. Aslında Subnautica'ya da çok benzer. Ama ikinci ve kalan filmleri daha çok aksiyona dönüşür ve ''dünyasını'' açmaya başlar. Ne kadar iyi yapıldığı tartışılır tipki Below Zero'da olduğu gibi. İşte bu ikili de ilk Alien filmi ve kalanlarına benziyor.

UZAYLI GEZEGEN'

İlk Subnautica en sevdiğim oyunlardan birisidir. Dünyasına ilk girdiğim andaki şoku ve huzursuzluğu hala hatırlıyorum. Devasa uzay gemimiz düşmüş, bir şekilde hayatta kalmışız. Küçük yaşam kozamızdan çıkıyoruz. Ve gördüğümüz şey ile ağzımız açık kalıyor. Gördüğümüz şey, yalnızca bir ufuk çizgisi ve altındaki ıslak devasa bilinmezlik. Gariptir, bize tek huzur veren şey ise, düşüş hasarından kullanılmaz hale gelmiş uzay gemimizin yıkıntısı. Huzur veriyor çünkü en azından biliyoruz. Orası daha birkaç dakika öncesine kadar sıradan bir yaşam alanımızdı. Özellikle ülkecek atlattığımız felaketlerin henüz sıcak olduğu bu günlerde bunu düşünmek çok daha anlaşılabilir oluyor sanırım. Ya da belki de konuşma hakkımın bile olmadığı şeyler hakkında konuşuyorum şu an bilmiyorum. Zira depremde evimi kaybetmedim. Neyse, haddimi daha fazla aşmadan oyuna döneyim.
Uzaylı bir dünyada, uzaylıydık Subnautica'da. Korkutucu derinliklerde, tek dostumuz kimi zaman elimizdeki fenerdi. Başka dostlar aramaya çalışıyorduk. Bazen o dünyaya uzaylı, bize ise tanıdık gelen yapılar görüp heyecanlanıyorduk. ''Acaba içeride konuşabileceğim birisi var mı?'' diye yersiz umutlara kapılıyorduk. Fakat elbette hiçbirisinden nefes alan bir canlı çıkmıyor, yalnızca bıraktıkları yazılar okunmayı bekliyordu. Böyle küçük yazıları, dökümanları okuyarak bizden önceki talihsizlerin küçük hikayelerini öğreniyorduk. Hiçbir zaman umduğumuzu bulamıyor, ama onun peşinden koşuyorduk. Böylece kendini yaşadığımız büyük korkuya ve huzursuzluğa rağmen keşfettirmeyi başarmıştı Subnautica. Yalnızca mekanik anlamında değil, hikayede de tek amacımız hayatta kalmaktı. Fakat bunu oturduğumuz yeden yapamazdık. Keşfetmeye ihtiyacımız vardı.
Bu oyunun öncüsünün başardığı şeyler bunlardı. Bize oldukça ilkel duyguları ve ihtiyaçları yaşattı, biz de keşfetmeye çıktık. Çok zekice yaptı bunu. Ne hikaye verdi ağzımıza kaşıkla, ne de sürekli darlayan ''ACIKTIN KOŞ YEMEK BUL'' oyununu dayattı. Sadece dünyası ile yapmayı başardı bütün bunları. Zeki bir işti muhterem.

Bir de böyle bir şey var elimizde...

Evet, ilkini övmemden anlamışsınızdır. Bu oyun ise ilki neyi doğru yaptıysa, hepsini kaşıkla sıyırıp atmış. Onun yerine ağzımıza hikaye falan sokmaya çalışıyor kaşıkla. Karakterler falan yazmış çizmiş. Sanki çok ihtiyacımız vardı bunlara. ''Gelin, Subnautica dünyasını daha *derinden* öğrenin!'' Olayı bu değildi ki ilkinin de. Suyla kaplı yabancı bir gezegendi işte. Ne hikayesi çıkarttınız ki siz oradan? Sıradan ve yabancı olmasıydı zaten olayı. Ama yok, her zaman bir ''hikaye'' olacak değil mi? Olması gerekir...
Kardeşimizi arıyoruz bu oyunda ise. Gönüllü olarak atlıyoruz gezegene. Çok cesuruz. Çok burnunun dikine giden birisiyiz. Kardeşimizi de çok seviyoruz. Röp röp, bap bap. Bir de NPC'ler koymuşlar oyuna, ölünün üstüne iyice toprak atmak için herhalde. Çok konuşan bir ana karakterimiz var. Bunların içinde, şimdi spoiler'ını vermeyeceğim ama Star Trek'ten alınma ya da benzeşme unsurlar var. Hoşuma gitmedi değil, fakat diğer bütün ölümcül hataların yanında kurtaramadı.
Bu hatalar dünyayı öldürmüş. Gizemi, yabancılığı, yalnızlığı ve korkuyu öldürmüş. Yerine ''cesurca atıldı insan oğlu!'' gazını getirmiş. Bu yüzden de bende çalışmadı bu oyun. İlkindeki heyecanım alevlenmedi bunda. Kısa keseceğim. Keşke ayrı bir oyun olarak değil, küçük bir DLC olarak çıkartsalarmış bunu. Ne olduğu baştan belliydi aslında. Onca sinematik hazırlamışlar, birileri konuşuyor falan. Fakat yine de olur diye düşünmüştüm. Maalesef olmadı bende.
Tabii şimdi şöyle bir gerçek de var, bu hataları yapıyor ama; yapmasa da şansı düşüktü sanırım ikinci bir Subnautica'nın. Çünkü ilki gayet tadında, gayet doyurucu ve yeni bir deneyimdi. O dünyayı keşfettikten sonra gizemi kalmamıştı zaten. 70-80 saatlik bir oyun. İçinde bunca saati geçirdiğimiz bir dünya eskir ne yazık ki. Dolayısı ile tekrar oynamaya müsait bir oyun da değildi pek. İkinci oyunun şansı zaten çok düşüktü bence yani. Şaşırtmadı bu çerçeveden bakınca.
Duygusal davranacak olsam, yaşattığı hayal kırıklığından ötürü, tavsiye etmezdim.
Fakat ilkinden bağımsız baktığımızda çok da kötü bir iş yok elimizde. Onun kadar zeki değil sadece. Yine de sevilebilecek bir oyun olabilir. Bunun hatrına tavsiye edebilirim.