Risk of Rain 2 Review (Ataberk)
İçimde bir yerde büyük, tarif edemediğim bir boşluk var. Sanki beni ben kılan şeyin yuvasıydı o boşluk. Yıllar önce kaybettim ve kaybettiğim tek şey o yuvadaki şey değildi; daha büyük bir şeydi, bendim. O boşluğu fark ettiğimde bile ne yapacağımı, nasıl dolduracağımı bilemedim. İnsan bazen kaybettiği şeyi bulmaya çalışmaktan vazgeçer ya, öyle bir haldeydim. Ama o his bir türlü gitmedi, hep bir yerdeydi.
Etrafıma bir bakıyorum ve ilk gördüğüm şey, yakın zamanda çıkan Arcane dizisinin ikinci sezonuna duyulan heyecan. İnsanlar karakterler hakkında tartışıyor, üzerine teoriler üretiyor. Bu heyecanı nasıl kıskandığımı bir bilseniz... Uzun zamandır herhangi bir şeye karşı böyle bir heyecan duyabilmek için kendimden bir parça vermeyi dahi göze almış durumdayım. Ama nafile. Olmadı. Ne kadar konfor alanımın dışına çıkıp o heyecanı yakalamaya çalışsam da olmadı, bulamadım bir türlü.
Yıllar süren bu arayış, bir türlü meyvelerini veremedi. Sonunda ben de kendimi, bir zamanlar çok severek oynadığım o oyunların konforlu kucağına bırakıverdim. Eski bir dostun yanına dönmek gibiydi bu. Hayatımın hiç bu kadar yeniliğe kapandığı bir dönemi olmamıştı. O heyecan söndüğünden geriye yalnızca mutlu olduğum zamanlardan kalan anılarım ve hayata karşı içindeki ateşi sönmüş bir genç kalmıştı. Çok uzun zamandır birilerine anlatmak istediği bir heyecanı olmayan bir genç...
Oyunlar, bu durumdan nasibini en çok alan şey oldu. Aynı zamanda en çok yaralayanı da. Çünkü oyunlar adeta bu heyecanın çıkış noktasıydı benim için, beni ben yapan şeydi belki de. Şimdi ise başına oturduğum herhangi bir oyuna sadece 15 dakika katlanabilirsem ne âlâ. Ki sanmayın çok ince zevklerin adamıyım. Hayır, değilim. Eğer bir oyun bana, eski zamanlar gibi hissetmemi sağlayacaksa o ince zevklerimin üzerine dökülecek olan benzin hemen yanı başımda. Bense o ateşi çakacak kıvılcım. Ne kadar uzun zamandır herhangi bir konuda böyle bir heyecan yaşamadığımı bir bilseniz... Benim Arcane'im sanki hiç karşıma çıkmayacak gibiydi.
Hissiz bir boşlukta sürüklenirken, son çare olarak dijital bir uyuşturucu gibi duran Path of Exile 2’yi birkaç saat önce ön sipariş verdim. “Belki bir ihtimal öfkelenirim, bağırır çağırırım da biraz olsun yaşadığımı hissederim,” dedim kendi kendime. Ama o oyunu almadan hemen önce, birkaç dakikalığına oynamak için Risk of Rain 2’yi indirdim. Neden olduğuna dair en ufak bir fikrim dahi yok. Planlanmış bir şey değildi, belki de tamamen tesadüftü. Ama o kadar da önemli değil çünkü (ve bunu yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yazıyorum), bugün sizlere anlatacak bir şeyim var.
Bu oyunu çok sevdim.
Risk of Rain 2 hakkında konuşmak istiyorum. O heyecanı sizlerle paylaşmak istiyorum. Yerimde duramıyorum adeta. Hatta o kadar ki, şu an sanki parmaklarımı ben kontrol etmiyormuşum gibi çocuksu bir heyecan içimi kaplamış durumda. Düşünmüyorum; sadece klavyenin üzerinde parmaklarım dans ediyor ve ancak bu şekilde bir nebze olsun bu heyecanı sizlerle paylaşıyormuşum gibi hissediyorum.
Bu heyecan, en iyi build’i yapmak ya da rekora koşmak üzerine kurulu bir heyecan değil. Daha önce başka oyunlarda yaşadığım türden bir bağlılık değil bu. Bu heyecan, sanki eski bir dostu yeniden bulmuş gibiyim. Bir şeyi çok özlemişsinizdir ama ne olduğunu fark etmezsiniz. Sonra, tam umudu kesmişken, karşınıza çıkar. İşte Risk of Rain 2 bana tam olarak böyle hissettirdi.
Oyun dünyası uzun süredir bana uzak bir evrendi. Ne kadar çok oyun oynasam da hiçbirinde bu sıcaklığı bulamamıştım. Risk of Rain 2 ise bana unuttuğum o duyguyu hatırlattı: Sadece eğlenmek, hiçbir şey için değil; sadece bir şey hissetmek için oynamak. Adeta kıskandığım o Arcane heyecanını yaşıyor gibiyim.
Kısacası, oyun iyi mi kötü mü umurumda bile değil; sadece mutluyum. Bu mutluluğu en son ne zaman hissettiğimi hatırlamıyorum ama şu an buradayım ve bunun keyfini çıkarıyorum. Sadece mutlu hissediyorum ve sizlerle bunu paylaşmak istedim.