Hellblade: Senua's Sacrifice Review (Routinues)
Allah'ım sen aklıma mukayyet ol!
Oyulmuş bir kütük ile daracık bir nehir üzerinde süzülmeye başlayan karakter ile birlikte, oyuna da adımınızı atmış oluyorsunuz. Ama karaya ayak basar basmaz bazı şeylerin ters gittiğini hissediyor ve bu dakikadan itibaren hem hikayenin geçtiği dünyaya hem de Senua'nın zihnindeki en karanlık noktaya doğru büyük yolculuğunuz da başlamış oluyor.
Hikaye
Öncelikle Hellblade'in hikayesi daha önce hiç tatmadığınız bir şekilde sunulmuş. Normal macera oyunu ya da klasik bir oyunla karşılaşmayı umut ediyorsanız, bu oyun sizin için bir hayal kırıklığı olabilir, bunu en baştan söylemem gerekiyor. Zira oyun çok farklı bir yapıda ilerlese de aynı zamanda bir o kadar da ince bir köprü üzerine konumlandırılmış. Kısacası oyunu ya çok seveceksiniz ya da size sıkıcı ve sıradan gelecek. Normal yapımlarda bu çizgi çok daha yumuşak olurken Hellblade'de ise adeta keskin bir bıçak kadar sert bir şekilde resmedilmiş. Ben oyunu seven taraftayım.
Aslında hikaye adına çok fazla detaya girmek istemiyorum. Çünkü anlatmaya başladıkça devamı gelecek ve bir taraftan da oyunun en güzel tarafını mahvetmiş olacağım. Bilmeniz gereken tek şey oyunun da ilk dakikalarında verilen yolculuk teması. Senua, kendisi için oldukça değerli birini kaybetmiş ve onu kurtarabilmek için tanrılara meydan okuduğu gibi cehennemin kapılarını da açmaya çalışan bir karakter. Oyunda ilerledikçe hikaye adına hafif hafif verilen ama bir o kadar da önemli olan detaylarla karşılaşıyorsunuz. Ana hikaye şekillenmeye başladığı anda oyuna olan merakınız da artmaya başlıyor. Zaten merak unsuru oyunun en önemli noktasına konumlandırılmış ve sahip olduğu dinamikler ile birlikte bu hissiyatı hep yukarıda tutuyor. Daha ilk dakikadan itibaren hikaye detaylarını merak etmeye ve bu karanlık yolculuğa tıpkı Senua gibi gözü kara bir şekilde dalmaya başlıyorsunuz.
Senua içindeki karanlık sebebiyle köylüler tarafından da dışlanmış bir karakter. Bu nedenle oyun boyunca size hem dengesiz geliyor hem de onun feryatlarına yanıt bulmaya çalışıyorsunuz. Hatta bazı noktalarda bana Gollum'u bile hatırlattığını söyleyebilirim. Zihninin derinliklerine doğru inmeye başladıkça karakter bölünmesi de dahil olmak üzere türlü türlü yakarışlarla, delilikle karşılaşmaya başlıyorsunuz. Bu durum sizi rahatsız ettiği kadar oyuna da bağlayan en önemli faktörlerden birisi oluyor. Yeri geliyor Senua'ya kızıyor, yeri geliyor ona acıyor, yeri geliyor cesaretlenmesi için tuşlara kırarcasına basıyorsunuz. Adeta sizinle yüzleşiyormuş gibi kameraya konuştuğu ve size seslendiği anlar ise tüylerinizi dikeltmekle birlikte "noluyor arkadaş ya" nidalarını sarfetmenize de sebep oluyor.
Hikaye o kadar yoğun bir şekilde ilerliyor ki bir an olsun anlatılan hikayeleri, diyalogları kaçırmak istemiyorsunuz. üstelik bu diyalog parçalarının her bir zerresi hem hikayenin genel işleyişine hem de Senua'nın bu travmatik yapımına katkı sağlıyor. Yeri gelmişken Senua'nın Psikoz, yani akıl ve ruh sağlığının yerinde olmayan bir karakter olduğunu da hatırlatalım. Kim bilir belki de bu psikoz durumu o çağlarda benzer birçok kişinin batıl inançlara kurban gitmesine de sebep olmuştur. Zira Senua'nın bu durumu içerisinde karanlık besleniyor durumu ile özdeşleşiyor. Tabi yapım ekibi bu olguları gelişi güzel kullanmamış. gerekli merciler, üniversiteler ile görüşülmüş ve bu konuda deneyimli ve uzman olan kişilerden de destek alınmış.
Dövüş Sistemi
Hellblade'in dövüş sistemi yenilikçi, daha doğrusu önümüzdeki dönemlerde popüler olabilecek bazı dinamiklere sahip. Bunun benzerini daha önce For Honor isimli oyunda görmüştüm. Dövüş sistemi zaman zaman yetersiz olsa da mantığı ve karakter merkezli yapısı çok güzel bir şekilde oturtulmuş. Vuruş hissiyatını sonuna kadar alıyor ve kullanılan kamera açısı sebebiyle kendinizi dövüşlerin içerisinde tam anlamıyla buluyorsunuz. Ama hem gidişat hem de dövüş sistemindeki çizgisel yapısı oyunun eleştirebileceğimiz nadir noktaları arasında yer alıyor. Oyunun bu kadar güzel ve rahatsız edici olmasının bir diğer nedeni de kulağınıza çalınan fısıltılara sahip olması. Oyunun her anında, her saniyesinde sürekli fısıltılar duyuyorsunuz. Bu fısıltılar kimi zaman bir ipucu oluyor ve oyunda ilerlemenizi sağlıyor, kimi zaman ise sizi ikileme düşürerek zaten karışan kafanızı çok daha allak bullak ediyor. Bazı anlarda kulağınıza çalınan bu seslere minnet duyarken bazı zamanda ise tıpkı Senua gibi susmaları için isyan ederken buluyorsunuz kendinizi. Ayrıca kontra atak sisteminin de bu fısıltılar üzerine kurulması oldukça akıllıca bir seçim olmuş. Yani kalabalık bir düşman grubu ile karşılaştığınızda arkadan bir saldırı geleceği sırada "Dikkat et, arkanda" gibi fısıltılar alıyor ve ona göre hamle yapıyorsunuz.
Hellblade'in en farklı olduğu yönlerden birisi de Rogue Like dinamiğini bir şekilde oyuna yedirebilmesi. Bu durum hem oynanışa hem de hikayeye başarılı bir şekilde yedirilmiş. İlk ölümü otomatik olarak tattığımız oyunda vücudunuzu karanlık kaplamaya başlıyor. Ne kadar çok ölürseniz, o kadar karanlığa gömülüyorsunuz ve sınıra ulaştığınızda karanlık içerisinde kaybolarak kayıtlarınıza veda edeceğiniz belirtiliyor.(Fakat böyle bir şey yok. Tamamen oyunun konsepti için uydurulmuş bir şey.) Açıkçası ben bu durumla karşılaşmadım ama oyun boyunca bu uyarının ikilemi ile ilerledim. Ölmemeye çalışarak, düşmanlar karşısında kan ter içinde kalmak adrenalin durumunu fazlasıyla tetiklemiş. Ecel terleri döktüğüm birkaç boss mücadelesinde bu durumu iliklerime kadar hissettiğimi itiraf etmem gerekiyor. Diğer taraftan baktığımda ise oyunun belli bir kısmını geçtikten sonra kayıtlarım silinse, herhalde uzun bir süre tekrar oynamak için uğraşmazdım. Çünkü Hellblade hikayesini bitirdikten sonra tekrar tekrar oynayabileceğiniz bir oyun değil.
Odaklanma
Şimdiye kadar sizlere "La Fontaine'den Masallar" kıvamında anlatılan Nordic Mitolojisi'ni bir kenara bırakın. Çünkü bu temeller üzerine kurulan ve zaten Viking'ler döneminde geçen Hellblade bu tarafta da sağlam bir temel üzerine kurulmuş. Oyunun her anında geçen mitolojik öğeler dışında, oyun alanının çeşitli bölgelerinde bulduğunuz ve hikayeyi destekleyen olayları anlatan Rün'ler bulunuyor. Bu rünlere odaklandığınızda anlatıcı diye tabir edebileceğimiz bir karakter bu mitolojinin önemli olaylarını size anlatıyor. Şairane anlatılan bu olayların tabi ki hikayemizle de alakası bulunmakta.
Odaklanmak demişken son olarak oyunun ilerleyiş yapısından da bahsetmem gerekiyor. Senua's Sacrifice'da odaklanma dinamiği diyebileceğimiz bir sistem kullanılmış. Açmanız gereken kapılarda bazı simgeler bulunuyor ve o bölgede bu simgelere benzer şekilleri bulmaya çalışıyorsunuz. Oyun tabi ki noktada size yeterince yardımcı oluyor ama birkaç turdan sonra "nerde bu simge?" dediğiniz anlarla da karşılaşıyorsunuz. Yine odaklanma sayesinde dövüş sisteminde de avantajlı hale geldiğiniz dinamikler bulunmakta.
Grafikler ve Müzikler
Oyun içerisinde çok parlamayan ama bir o kadar sağlam olan müzikler bulunuyor. özellikle ritmik müziklerin oyunun tarzı ve duruşuna tam olarak uyduğunu söyleyebilirim. Unreal Engine 4 grafik motoru ise tüm güzelliklerini bu oyunda sergiliyor. şahane arka planlar, anında değişen ve sizi ürperten atmosfer, ağaç dalları arasından süzülen ışık hüzmeleri ve daha bunlara benzer sayamayacağım onlarca detay. dar alanlarda olmasının da avantajını kullanan hellblade, görsel olarak sağlam bir işçiliğe sahip. Tabi bu sağlam temellerin bir diğer sebebi ise hem oyun alanının tasarımları hem de oyunda kullanılan sanatsal bakış açısı. Bazı noktalarda tablo gibi sahneler ile karşılaşacağınızdan ve etrafı gözlemekten kendinizi alamayacağınızdan emin olabilirsiniz.