Doom Review (vito_scaletta)
Bazı oyunlar oynarsın; unutulmaz. Yıllar geçse de; yeniden indirmek ve o ilk gün yaşadığın keyfi hissetmek istersin. Bunu başarırsın da. Ne kadar oynarsan oyna, bu hiç değişmez. Doom da böyleydi ve 3. oyunu olan BFG Edition adlı sürümünden sonra kendini sessiz moda aldı. Uzun bir süre gözlerden uzak durdu ve daha fazla dayanamayarak çıkışını gerçekleştirdi. Bu tarz oyunlarda şöyle bir durumla karşılaşma ihtimali her zaman var: bir efsanesin. Adından yıllar öncesinde çok söz ettirmiş, otoritelerden tam not almışsın. Önünde iki seçenek var: ya adından söz ettirmeye devam edeceksin ya da karanlığın girdabı seni hiçliğe sürükleyecek. Bakalım Doom bu oyunuyla bizlere neleri sunmayı başarıyor? Gelin hep birlikte çok da uzatmadan inceleyelim.
Dünyanın kaynakları tükenmiş, insanlık alternatif bir arayışın içine girmiştir. Bilim adamlarını bilirsiniz; işlerine oldukça tutkuludurlar. Nerde duracaklarını bilmezler. Bu iş aşkı onları cehennem kaynaklarına kadar yönlendiriyor ve orayı da tüketmeye başlıyoruz. Yetmiyor; cehennemden portal açıp iblisleri Mars'a getiriyorlar. Amacın da; kötülüğün geldiği bu portalı yok etmek. Önüne ne çıkarsa çıksın katletmek...
Doom saf bir FPS oyunu. Bir amacın var; önüne ne çıkarsa yakmalı ve yıkmalısın. Bir yandan deşarj olacak bir yandan iş ya da okul gününün ardından şeytanları taşlamanın verdiği hazzı yaşayacak ve rahatlayacaksın. Şeytan keserken metal müzik dinlemek de hiç fena değil. Sonuçta şeytan azapta gerek. Grafikleri zaten görüyorsun; 2016 yılında çıkan bir oyuna göre gayet fiyakalı. E daha ne olsun?
Uzun sözün kısası; şeytan kesmek ve onları eşek sudan gelinceye kadar dövmek oldukça keyifliydi. Bu hazza varmak istiyorsan, silahını ve ekipmanını kuşan. Seni cehenneme gönderelim, sonrasında döver misin sever misin; orası senin bileceğin iş.