Clair Obscur: Expedition 33 Review (The Alcina Dimitrescu)
LOUVRE MÜZESİNDE SERGİLENMELİ
Fransızlara boşuna sanatın, müziğin ve edebiyatın adamı demiyorlarmış; bu oyunu oynayınca daha iyi anladım. Çünkü bu 3 öğeyi oyunun içinde öyle bir kullanmışlar ki ortaya işte böyle bir başyapıt çıkmış. Ben de size bu incelemede birkaç başlık altında bu oyunun oyuncuya neler sunduğunu anlatmaya çalışacağım. Umarım başarılı oluruz.
𝓗𝓲𝓼𝓽𝓸𝓲𝓻𝓮
Hikayemizden başlamamız gerekirse, bu oyunun hikayesi ilk başlarda kendini çok belli etmeyip sonradan açıldığı için spoilersız anlatmak biraz zor. O yüzden gereken yerleri kapatarak anlatmaya çalışayım size.Oyun 3 Act'en oluşuyor. Ben size kısa özet şeklinde sadece olayını anlatacağım; içindeki ekstra bilgilere girmeyeceğim nevronlar,karakter hikayeleri ve gestrallar gibi şeyleri anlatsak baya uzar çünkü.
Şöyle başlayalım: Fransa’nın böyle başka bir boyuttaki hâli gibi bir dünyadayız ve bu yerde Paintress diye bir kadın var. Bunu, biraz ilahîmsi bir varlık gibi düşünebilirsiniz. Her yıl koca bir Monolith üzerine bir yaş yazıyor ve o yaşa gelen herkes ölüyor. Bu dünyada yaşayan insanlar da artık bu durumdan bıkmış olacak ki bunu durdurmak için Expeditioncılar diye bir grup oluşturuyorlar. Ama Bu zamana kadar birçok expedition kıtanın zorluklarını aşamayıp başarısız olmuş… ta ki 33.ya gelene kadar.
Biz oyunda 33. expeditioncılarla oynuyoruz ve yine sefere çıkıyoruz. Burada tabii birçok karakterimiz var. Ama tabii çıktığımız yolda birçoğunun ölümüne hızlıca şahit oluyoruz. Sağ kalanlar zaten oyun boyu parti üyelerimiz olacak:Gustave,Maelle, Lune ve Sciel. Bunlar dışında kıtada tanışacağımız Esquie ve Monocco var. Bu ikisini şimdi anlatsam biraz kafanız karışır çünkü bunlar biraz farklı canlılar; insan değiller yani, kendi türleri var. Ekstra başta çok gizemli olan üye Verso ama aslında çok önemli. Bir de bu karakterlerin hepsinin kendi hikayeleri de var ama anlatsam çok uzar siz kendiniz oynarken görmeniz hem daha iyi olur.
Evet şu an anladığınız kadarıyla bu saydığım karakterlerimizin amaçları Paintress’ı durdurup bu dünyaya huzur getirmek. Ama bu oyunun asıl olayı değil, bunu size belirteyim. İlkten hikaye bu gibi gözükse de Act 2 bittikten sonra asıl olayı oyun bize söylüyor ki, hepimiz “lan bu aslında bir aile trajedisiymiş” diyoruz. Yani asıl buzdağının görünmeyen kısmıyla karşılaşıyoruz.Bu kısım spoilerlı ilerleyecek çünkü başka türlü anlatsam olmaz:
Act 2’nin sonunda öğreniyoruz ki oyun boyu oynadığımız dünya tamamen sahteymiş ve içindeki her şey de sahteymiş. Yani kısacası şöyle diyeyim: Bu dünya bir tuvale çizilmiş resim ve gerçek dünyadaki karakterlerimizden Renoir aslında eşi Aline’yi bu tablodan çıkarmak istiyor. Çünkü The Paintress, yani Aline, kendini tablonun içine öyle kaptırmış ki gerçek dünyaya dönmeyi reddediyor. Gerçek dünyada kaybettiği oğlu da burada hayatta olduğu için, onu canlı görmek onu mutlu ediyor. Bu yüzden gerçekle yüzleşmeyi, yani gerçeğe dönmeyi reddediyor.
Tabi bunun üstüne kızları Alicia ikisini de çıkarmak için tuvale giriyor ama o da orada ilkten Maelle oluyor. Sonra Act 2 bitiminde hatırlıyor ki “ben Alicia’ydım, annemi babamı buradan kurtarmak için girmiştim.” Derken, o da kaybettiği abisi Verso’yu burada gördükçe annesinin izinden gitmeye başlıyor ve babaya karşı çıkıyor.
Abi Verso da normalde ölmüş ama burada durumu yıllardır biliyor ve artık bu tuvale bir son verip “gidin, gerçeklikte yaşayın” diyor. O da babayı savunuyor. Yani anlayacağınız bir aile çatışması var.
Oyunun sonunda Verso ya da Maelle’yi seçmeniz gerek. Seçiminize göre:
Maelle’yi seçerseniz: Alicia bu sahte dünyada kendini kandırarak aslında hiç var olmamış insanlarla yaşıyor.
Verso’yu seçerseniz: Abi olarak vazifesini yapıp kardeşini tuvalden çıkarmayı başarıyor ve aileyi gerçekliğe döndürüyor. Yani olması gereken oluyor.
Cleasa tüm bu şeyler olurken gerçek dünyada yani Fransa’da daha önemli işlerle meşgul. O yüzdendir ki zaten ailenin geri gelip ona yardım etmesini yıllardır bekliyor ama tuvalin dışındaki savaşı da bu zamana kadar tek başına iyi idare etmiş bir ablamız.Yani hikaye bu dostlar, umarım anlatabilmişimdir.
𝓒𝓸𝓶𝓫𝓪𝓽, 𝓶é𝓬𝓪𝓷𝓲𝓺𝓾𝓮𝓼, 𝓶𝓸𝓷𝓭𝓮 𝓮𝓽 𝓽𝓸𝓾𝓽 𝓵𝓮 𝓻𝓮𝓼𝓽𝓮...
Oyunun diğer tüm kalan özelliklerini tek başlıkta anlatmaya çalışacağım. Yani combatıydı, dünyasıydı, tasarımlarıydı, grafikleriydi vs. her şeyini burada hızlıca anlatacağım. Çünkü hikayeyi çok uzattım, tek tek detaylı girsem inceleme yetmeyecek. Neyse hemen kombattan başlayalım:
Eğer Persona gibi sıra tabanlı savaş sistemli bir oyun oynadıysanız, onunla aynı temele sahip bir oyun ama ekstra eklemeler yapılmış gibi düşünün. Mesela parry, dodge, jump ve Gradient Parry eklenmiş. Bunlar bir Souls oyunundaki gibi çalışıyor. Düşman tam vururken siz eş zamanlı savunursanız ya hiç hasar almıyorsunuz ya da counter attack çakıyorsunuz. Öyle işliyor, baya detaylı ve zevkli.Bunun dışında da bir sürü şey var zaten pozitif,negatif etkiler,Pisctoslar bir çok ekstra + katan eşyalar gibi düşünün bunların slot sınırı olsada biyerden sonra öğrenip slot kullanmadan karaktere harcadığınız Lumia puanı kadar takabiliyorsunuz kısaca buildler için önemli eşyalar çok var hepsini toplamak şart, bol bol her karakter için bir sürü silah var her biri farklı işlevler görüyor ve karaktelerin bir sürü skilleri var. İçine girip keşfettikçe görüyorsunuz ki baya bol yani. Mesela her karakterin kendi çalışma mantığı var:
Maelle stanceler kullanıyor,Verso aynı DMC'deki gibi ranklarla çalışıyor,Lune element slotları kullanıyor,Sciel’in kart mekanikleri var,Gustave şarjlanıyor,Monocco’nun ise maske çark sistemi var ekstra skillerini düşmanları yendikçe topluyorsunuz aynı wukongtaki gibi düşmanlara dönüşüyor yani acayip iyi.
Bir de düşman ve boss anlamında da öyle;. oyunda ilerledikçe hep farklı düşman ve boss tipleri gördüm tekrarlamıyo yani, farklı farklı özellikleri ve bir çok moveset’leri var heleki optional bazı bosslar var Simon ve Clea örneğin aman allah böyle güzel bosslar olmaz. Acayip iyi, yani bu anlamda harika bir iş çıkartmışlar. Sıra tabanlı Japon tarzı combata alışık olmayanı bile içine rahat çeker.Üstüne en sevdiğim oyun Persona 5’te de keşke böyle bir combat olsaydı dedim.
Neyse, dünyasına gelirsek koca bir açık dünya var. Burada keşfedebileceğiniz bir sürü item ve dungeon var. Bu dungeonların çoğu baya özenilerek hazırlanmış. Keşfedip ana bosslarını kesmek acayip zevkli. Tavsiyem: ana hikâyedense hep keşfederek gidin, aşırı zevkli.
Grafiklere gelirsek anlatmaya gerek yok, full ayarlarda oynadım. Dudak uçuklatıcı. Tasarımlara gelirsek: acayip iyi. Karakter ve boss tasarımlarının yanına bölüm ve çevre tasarımlarına baktığımızda da resmen sanat eseri görüyoruz.
Müziklere zaten değinmeye gerek yok, coşturuyor resmen. Kulağa acayip güzel geliyor. Normalde birçok oyunun müziklerini sevmem, bir iki tane nadir sevdiğim olur. Bunda her saniye ne müzik gelse “o güzel” diyordum yani. Tabii P5R’inkiyle kıyaslamam bile ama beğenmemek elde değil.
Son olarak da Persona’nınkinin yanına yaklaşamayacak bir bond sistemi var. Karakterlerle ilişki seviyemiz var işte. Artınca ekstra hikayelerini görüyoruz, bir de yeni özellikleri falan açılıyor.
Bu kadardı diyeceklerim. Yani baya geniş bir oyun. Saatlerinizi harcayabilirsiniz. Keza ben %100 bitirmek için 84 saatimi gömdüm. Yani baya deneyim sunuyor. Her deliğine girdim çıktım. Ne build falan varsa, yapacak her şeyi topladım, her şeyi fulledim. Resmen deli gibi tatmin oldum.
𝓟𝓻𝓲𝔁 & 𝓓é𝓬𝓲𝓼𝓲𝓸𝓷 𝓯𝓲𝓷𝓪𝓵𝓮
Ya abi bir zahmet alın şu oyunu. Adamlar 60 dolara çıkması gereken oyunu size 30 dolara veriyor. Üstüne 92 Metacritic puanı var. Onu bunu geçtim, oynayan herkes beğeniyor. Yani abi, 10 numara 5 yıldız oyun. Adamlar yapmış, size de alıp oynayıp zevkini çıkarmak kalır diyeyim.
Onun dışında hatunlar da bayağı iyi. Yani benim zevkime ekstra hitap ediyorlardı çünkü ne kadın NPC görsem çilli, aşırı severim. Ondan ben ekstra puan bile veriyorum bu oyuna.Almayıp oynamayan pişman olur.