Battlefield V Review (Lumorion)
10 saatlik sağlam bir hikaye ve sadece 2-3 saatlik kısa ama etkileyici bir çok oyunculu deneyim yaşattı. BF1’e kıyasla kesinlikle daha iyi ve daha güzel çünkü savaşın yıllar sonraki yüzünü yansıtıyor daha farklı silahlar tanklar ve doğuş süreleriyle tempo ciddi anlamda değişiyor. İkinci Dünya Savaşı atmosferi tüm detaylarıyla daha dinamik ve teknolojik bir cephe sunuyor. Her iki oyun da kendi içinde bambaşka bir deneyim ama ben burada daha çok keyif aldım daha çok aktım içine. Ancak ne olursa olsun ne kadar yeni silah ne kadar farklı mekanik olursa olsun Çanakkale’nin ve Osmanlı’nın cephelerinde aldığım o manevi hissin üstüne hiçbir şey geçemedi. Ecdadımı hissettiğim o anları başka hiçbir yenilik bastıramadı o yüzden Battlefield 1’in yeri kalbimde başka ama oyun olarak baktığında bu oyun teknik anlamda çok daha ileri. 15 saat kadar da farklı bir platformdan tekrar oynama şansım oldu hikaye modunun anlatımı oldukça etkileyiciydi kısa kısa cephe hikayeleriyle savaşın farklı yüzlerini gösteriyor insanı yerine göre hem ürkütüyor hem gururlandırıyor. Ancak Türkçe dil desteği yok EA’in bu konudaki tavrı artık şaşırtmıyor zaten nasıl bir şirket olduğunu bilen bilir. Oysa bazı bölümler var ki keşke anlayarak oynasaydım dedirtiyor çünkü tarihi içerik çok değerli ve duygusal olarak güçlü. Bu oyun seni yalnızca savaştırmıyor zaman zaman kendinle de yüzleştiriyor.
Bir sisin ardından gelen topçu ateşi, bir köy evinde çatlamış çerçeve, devrilen bir sancak ya da boş bir okul sırası bazen savaşı unutturuyor ve insanlığa bakmaya zorluyor çünkü savaşın içinde sadece barut ve mermi değil suskunluklar da var; bir annenin sonsuz bekleyişi, bir çocuğun anlam veremediği sessizlik de saklı. Her patlamanın ardından gelen o kısa duraksama yalnızca fiziksel bir an değil, insan ruhunun anlam arayışı gibi hissettiriyor. Bu noktada oyun sadece çatışma değil, bir yüzleşme de sunuyor, çünkü her şeyin ne kadar değersiz olabileceğini görürken insanlar o değersizliğe nasıl anlamlar yüklüyor fark ediyorsun. İnsanoğlunun kendi elleriyle kurduğu cehennemler arasında koşarken bir çocuk çığlığı seni durdurabiliyor ya da bir anlığına duran saat. O an anlıyorsun, savaşın galibi yok sadece kalanlar var ve onların omzunda geleceğe dair kırılgan bir umut. Yine de bazı anlar huşuya yöneltiyor seni çünkü insan kendi gölgesine bile düşman olduğu bir çağda, hâlâ bir zeytin dalı dikme arzusunu taşıyabiliyor içinde. Her şey yıkıldığında bile bir şey inşa etme isteği kalıyor geriye ve doğanın sessiz iyileştirme gücü toprağın altından bir umut gibi filizleniyor. Belki de gerçek zafer orada saklı; mermiyi değil tohumu toprağa bırakmakta, yanan köylerin yerine çiçek açan bahçeler düşlemekte. İşte bu oyun da kimi zaman tüm mekaniklerin ötesine geçip sana tam olarak bunu hissettiriyor; kısa ama yoğun, teknikten fazlasını vadeden, insana dair bir yolculuk.