Assassin's Creed Odyssey Review (Seküler Halife)
oyunu henüz bitirdim ve sıcak sıcak aklımda kalanları belirtmek istiyorum. spoiler içeren ifadeler olabilir. tadınızı kaçırmak istemem.
öncelikle söylemeliyim oyunun baş karakteri -herkesin de belirttiği üzere- kassandra'dır. böyle olmasının türlü gerekçeleri farklı mecralarda farklı yönleriyle ifade edilse de bu gerekçelerin asıl temeli, kassandra'nın fazlaca ahım şahım ve iyi-tatlış bir karakter portresi çizmesinden ziyade alexios denen insan müsveddesi profan gardaşımızın kötü adam deimos portresine daha uygun karikatürize edilmesidir. gerek mimikleri, gerek eylemleri ve gerekse de ses tonuyla alexios, tam bir villain olmak için tasarlanmış. oyunu ilk oynayışımda kassandra'nın deimos olduğunu öğrenmemle bu tiplemenin üzerinde ne kadar eğreti durduğunun farkına varmam bir olmuştu. perikles icraati esnasında dahi yüzünden yapaylık aktığını fark ediyor, "ah ulan keşke ana karakter olarak kassandra'yı seçeydim de alexios kötü adam olaydı" tepkisini de pek gecikmeden veriyordum. nitekim ikinci oyunuma kassandra olarak başladım ve karakter tiplemelerinin bu şekilde çok daha iyi oturduğunun bilincine vararak oyunuma güzelce devam ettim.
açık dünyaya dair bir iki kelam ederek devam edeyim. elbette oyunun açık dünyasındaki canlılık, alışılageldik bir ubisoft oyununun açık dünyasındaki canlılıktan hallice. bakınız büyüklük demiyorum, tarihi yapılardaki tasarımsal gayretten bahsetmiyorum. bu saydıklarıma dair oyuna tek bir itirazım yok.
inanılmaz bir gayret sarf edildiği apaçık ortada. herifler, sanki koskoca antik yunanistan'ı açık dünya olarak oyuna yedirmeye çalışmışlar gibi. tek kelimeyle harika ancaaaaaak mevzubahis doğallıksa işin rengi değişir hacı. bu denli estetik tasarlanmış bir açık dünyada npc'ler kendileri arasında iki kelam edemiyor, ortalıkta aval aval dolanıp en ufak bir aksiyon anında malak gibi koşuşturmaya başlıyorlarsa oyundaki npc'ler; senin bulunmadığın ortamda olmayan, ancak ve ancak sen geldiğinde ortaya çıkan hareketli varlıklardan ibaret olmuş olur. bu durum da oyuncuları elbette dellendirir. ayrıca hiç kimsenin gözüne batmasa da senin kendi yaptığın oyunun potansiyelini harcadığın gerçeğini değiştirmez. insan döner de bir bakar ve "la ne güzel açık dünya yapmışım, sıra npc'lerde" diyip bu elemente özenle eğilir. eğilmeyip aksiyona geçmezsen de adama gülerler böyle. kendi kendinize yazık etmişiniz kekeler. ama tüm bu söylediklerime karşın oyunun açık dünyasında mercenary ve cultist' lerle rastlantısal olarak denk düşebilmekse oyun kalitesini artıran oldukça önemli bir detay. birkaç istisna hariç oyunun koyduğu tüm mercenary ve cultist'ler oyunun map'inde beni bekliyordu ve ben bu farkındalıktan oynadığım süre boyunca inanılmaz keyif aldım. rastgele gezerken bir şatoya denk gelip orada cultist sage'inin hakkını vermek mi dersin, yolda yürürken ezkaza denk geldiğin bir mercenary'nin cultist çıkması mı dersin; bu rastlantısallıkların hepsi on numaraydı, oyun kalitemi oldukça yukarı çekti.
oyunda tam anlamıyla fiyasko olan birkaç nokta da yok değil elbette. örneğin iz sürme muhabbeti tam bir fiyasko. witcher 3'ün olmazsa olmazı efsunger hisleri'yle oyuna temizce dahil edilen iz sürme kısımları, burada hiçbir mantık gözetilmeksizin yalnızca "investigation area" yazan gri arka planlı beyaz yazıyla verilmeye çalışılmış. bu kısımlar oyunda hiçbir temeli olmayan, safi vakit kaybı, bomboş kısımlardan ibaretti. atı çağırırken ıslık çalma mekaniğini dahi araklarsın eyvallah da iz sürme olayını da büyüteç imgesine kadar salak yaparsan olmaz işte. bir dahakine çalarken az daha ihtimamlı olursunuz inşallah.
yan görevlerin ise yüzde yetmişe yakını kolpa. hikayeye hiçbir katkı vermeyip tekrar eden bomboş görevler silsilesi. the lost tales of greece ve sarı ünlem imgeli görevler ise bağımsız olarak oyunun ana görevlerinden çok çok daha keyifliydi. bana dram ögesine bir tık fazla abanılmış gibi geldi ama olsun. dram, bomboş hamasetten çok daha vurucudur. ayrıca medusa yan görevindeki dramatik son beni aldı götürdü. her ne kadar çiçek motifiyle buram buram witcher 3 - hearts of stone koksa da fazlasıyla orijinal ve trajik bir hikayeydi. üstelik görev zincirindeki finali sappho'dan "someone, ı tell you, in another time will remember us." dizeleriyle bitirmelerinden daha etkili bir son da düşünülemezdi sanırım. cümle gerçekten göğüs üzerinde öküzlere taht kurduruyor. hala etkisindeyim. sofistike.
oyun tarzımdan da bahsedip yazıyı bitireyim. 65 saatlik oyun deneyimimin büyük kısmını hunter olarak geçirdim ama son 15 saati assasination'a yüklenerek oynamanın keyfini tattım. hard modda oynamama rağmen ps4 koluyla hunter oynamak oyunun easy modu gibiydi, dolayısıyla keyif vermemeye başladı. assasination'da ise hem oyunu kendi haşhaşidoğasına döndürmenin verdiği huzuru hissettim hem de tek atmanın keyfine vardım. son boss'ta deimos'a iki tane heroic strike ve bir iki de ok fırlatıp oyunu kolayca bitirmiş oldum. herifle kavgam yalnızca 30 saniye civarı sürdü. özetle, huzuru assasination'da buldum. *
güzel ve çirkin yönleriyle benim için ac odyssey 65 saatin hakkını -her zaman dolu dolu olmasa da- veren bir oyundu. dlc paketlerini ise şimdilik oynamayı düşünmüyorum. hem oyunun mekaniklerinden tarzımı sürekli değiştirmeme karşın inanılmaz bunalmaya başladım hem de oyunun finali hiç tatmin edici bitmedi. öpüşerek final mi olur? üzerine bir de dlc paketlerini kaldıramam. ayrıca çok pahalılar lan. gerek yok şimdilik.
ezcümle ana hikayeyi bitirmiş olarak oyuna 7,5/10 veriyor, eğer oynayacaksanız sizlere antik yunan düşünürlerinin kafa açma girişimleriyle dolu, bol maceralı bir odyssey temenni ediyorum.