Herkesin hayatında hiç unutamadığı, yıllar geçse de her daim aklının bir köşesinde kalan spesifik anlar veya zaman dilimleri vardır. Bunların çok önemli olaylar veya mevzular içermesi gerekmez. Pek ala bunlar herhangi veya sıradan bir şeyler de olabilir.İşte şimdi size öyle bir andan bahsedeceğim. Evet şimdiden kabul ediyorum bu size çok basit, sıradan, anlamsız ve hatta aptalca gelebilir.
Tarihi tam hatırlamıyorum ama yaz tatiliydi ve çok sıcak bir yaz gecesiydi. Sanırım o zamanlar 15-16 yaşlarındaydım. Hatta daha da küçük olabilirim. Ev hali yatmış bende odamda gecenin bir yarısı tam da yatıp uyuma arifesindeydim ve son bir kez televizyonun kanallarını karıştırıyordum. Show tv de bir filmin başladığına denk geldim. Neymiş bu film bir bakayım dedim. Biraz seyreder eğer sarmazsa yatarım düşüncesiyle izlemeye başladım.
Ondan sonra geçen iki saatlik süreyi tam hatırlamıyorum çünkü ben artık bu dünyada yoktum ve gerçeklikle bağımı koparmıştım ve sadece bir duygu selinin ve bir duygu yelpazesinin içinde savrulup duruyordum. Sevinç, güven, korku, şaşkınlık, üzüntü, tiksinme, öfke, beklenti ve tedirginlik. Bu kadar kısa sürede bu kadar güçlü duygulara maruz kalmanın bende bıraktığı etkiyi size nasıl tarif edebilirim bilmiyorum.
Ama belki de size şunları söylersem nasıl bir şeye maruz kaldığım az çok anlaşılacaktır. Film bittikten ve gerçekliğe döndükten sonra kendimi adeta bir erkek striptizci gibi üstümde yer alan tişörtü bir tarafa atmış, içimdeki atleti diğer tarafa atmış, altımdaki eşofmanı sıyırıp bir köşeye bırakmış donla otururken buldum. Tabiri caizse kan ter içinde kalmış donum da dahil sırılsıklam olmuştum ve alev alev yanıyordum. Belki de film bir yarım saat daha sürseydi büyük bir ihtimal altımdaki donu da çıkarıp kendimi çırılçıplak bulabilir ve bir striptiz şovunun en beklenen, en heyecan verici haliyle son noktayı koyabilirdim.
He belki size bu anlattıklarım abartı gelebilir ama ben dürtüleri yüksek, duyguları yoğun yaşayan bir insanım. Hala bugün bile bir oyun oynarken veya bir film seyrederken kendimi kaptırıp gerçek dünyadan kendimi soyutlamış bulabiliyorum.
Siz şimdi bu incelemeye neden böyle bir giriş yaptığımı merak ediyorsunuz, hemen merakınızı gidereyim efendim, çünkü seyrettiğim film ile Dead space arasında çok büyük benzerlikler var . Hem sunduğu atmosfer, yaşattığı deneyim ve duygular açısından hem de geçtiği mekan, içinde yer alan cast ve tema açısından.
Dead Space, tüm irtibatın kesildiği USG Ishimura adlı bir araştırma gemisine ne olduğuna bulmak için uzaya gönderilen küçük bir mürettebatı konu alıyor. USG Ishimura metal duvarlardan inşa edilmiş birbirine bağlı koridorlar, laboratuvarlar ve yanıp sönen neon ışıklarla aydınlatılmış yaşam alanlarından oluşan çok katmanlı bir uzay gemisi. Tıpkı film deki uzay gemisi gibi.
Hem film hem de oyun 4-5 kişilik küçük bir mürettebatın insan vücudunu bir nevi bir embriyo aracı olarak kullanarak çoğalan ve var olan yabancı bir organizmanın istilasına karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor. Film de anlatıldığı gibi siz de Dead space oynarken bu istilayı önlemeye çalışıyor ve çalıştığınız şirketin bu istila hakkında çok şey bildiğini ve bu istilanın bir parçası olduğunu keşfediyorsunuz.
Dead space'ın en iyi yapmayı başardığı şeylerde biri oyunu oynarken hissettiğiniz sürekli bir tedirginlik hissi, Daha oyuna başlar başlamaz bir şeylerin yanlış olduğu hissine kapılıyor ve mürettebatınızdaki insanların birbirine karşı pek dostça davranmadığını ve grubun içinde içten içe bir gerilim bir güvensizlik olduğunu hissediyorsunuz.
Geminin kendisi daha önce söylediğim gibi dar kapıları, alçak tavanları olan yaşam alanlarının koridorlarla birbirlerine bağlandığı devasa bir yapı ve bu yapı yaşanacak bir yerden çok bir hapishane gibi hissettiriyor. Sanki sadece oyundaki yaratıklar değil, geminin kendisi de size karşı düşman gibi. Sanırım bu düşmanlık hissi geminin çok klostrofobik alanlar içermesi ve ışık ve gölge oyunlarının endüstriyel bir ortam ve ses ile birleşerek yarattığı supernaturalistik hissiyat.
Oyundaki yaratık tasarımlarını da çok beğendim açıkçası. Onlar gemi de görev yapan insanların dönüşüm geçirmiş halleri ve hala humanoid formlarını koruyorlar ama tek bir farkla artık onlar duygularını ve niyetlerini açığa çıkaracak her hangi bir yüz özelliğine sahip değiller ve asıl onları korkutucu, ürkütücü ve tehlikeli yapan şey de bu zaten.
https://steamcommunity.com/sharedfiles/filedetails/?id=3226820779
Oyunun hikayesini de çok sevdim açıkçası. Tamam kabul ediyorum oyunun hikayesini yüzeysel olarak takip ederseniz oldukça klişe gelebilir ama oyunu oynarken geminin etrafına saçılmış ses kayıtlarını, dokümanları bulur ve dikkatlice okur, dinler, takip ederseniz ve bulunduğunuz mekanlardaki çevresel detaylara iyi dikkat ederseniz hiç de öyle olmadığını anlarsanız.
https://steamcommunity.com/sharedfiles/filedetails/?id=3229541119
Bu dokümanlarda, ses kayıtlarında gemi mürettebatın kendi içinde yaşadığı gerilimleri... Zaman geçtikçe nasıl birbirlerine ve kendi gemilerine karşı yabancılaştıklarını... Hiç de misafirperver olmayan bir gemide nasıl mahsur kaldıklarını....Geminin derinliklerinde gelişen- büyüyen katil bir varlığın ağına nasıl birer birer düştüğünü takıp edebilirsiniz.
Yani anlayacağınız oyun hikayesi kötülüğe karşı birlik olan kahraman insanların hikayesini anlatmıyor. Sıradan insanların gerçek korkuyla, yani anlamadıkları, anlamdıramadıkları bir terör ile yüzleşmelerinin hikayesini anlatıyor. Başta oyunu oynayan biz olmak üzere kimi insanlar bu korkuya cesurca karşı koyarken diğer insanların bu terör tarafından nasıl yok edildiği bir hikaye bu.
https://www.youtube.com/watch?v=5ixi6TYCXJM
Bu hikayede insanlar tamamen rastgele bir şekilde öldürülüyor yani kimin yaşayıp kimin öleceğinin her hangi bir hiyerarşik düzene veya her hangi bir adalet tartısında değerlendirilmesine ihtiyaç yok. Zaten kendimiz de dahil olmak üzere bu gemideki hiçbiri insan gerçek kahraman da değil ve gerçek kötü adam da değil.
İşte yukarıda anlattığım tüm bunlar benim için Dead Space oyununu özel kılan şeyler yani bu sadece yaratıkları öldürdüğünüz sıradan bir korku oyunu değil. Oyun çok farklı duyguları etkili bir atmosfer eşliğinde tüm benliğinizin altına öyle bir işliyor ki oyun bittikten sonra omuz silkip arkanıza dönerek unutup gidemiyorsunuz.
Eğer hala bu oyunu deneyim etme fırsatınız olmadıysa en kısa sürede oynamanızı tavsiye ederim. Hele ki bilim kurguya merakınız varsa, survival horror oyunlarına ilginiz varsa, The Thing, Annihilation, Alien, Event Horizon, Predator gibi filmler çok seviyorsanız kaçırmayın derim. Şimdiden okuyan herkese çok teşekkür ederim ve bol oyunlu günler dilerim.
Devamını oku...